top of page

İsmail Kılıçarslan: Okçular tepesini terk etmeyen sahabe gibi hissettiğim anlar oldu!

Servet Sena Çelik ve Hakan Arslanbenzer, İsmail Kılıçarslan ile "Şair neden delirir?" başlığı üzerine söyleşti.

Editör: Rana Senanur Doğan, Servet Sena Çelik



HAKAN ARSLANBENZER: Yakın zamanda İslâm’ın bugün nasıl yaşandığı, İslâm fıkhıyla ilgili yazı yazmıştın. Yazıda “Peki ben deli miyim?” sorusu öne çıkıyordu. Bir yandan da şiir yazıyorsun, şiire pek çok sıfat yüklesek de rasyonel olduğunu söyleyemeyiz. Ben senin İslâm fıkhı ve günümüz İslâm algısı için sorduğun soruyu şiir üzerinden soracağım: “Peki sen deli misin?”

İSMAİL KILIÇARSLAN: Kadim öğretide insanlar sıralarken deliler, meczuplar, şairler… diye devam eden bir sıralama ile ortaya konulurmuş, yani dünya ile bağlantısı hususunda şairlik bir mecnun keşfetme hali gibi tanımlanmış hep. Dolayısıyla benim açımdan bakıldığında soruyu kendime sorduğumda: “peki şiir yazıyorum ben deli miyim?” Sorusuna verebileceğim tek cevap: “Tabii ki!” Bunun hele şu içinde yaşadığımız saatte başka bir izahı kaldı mı? Şiiri bir hayatta kalma ameliyesi olarak değil de nahif ve romantik bir şey olarak tanımlayanlar varsa onlar için şiir delilik değil de “hoşluk” olabilir, bir çeşit “estetik” meselesi olabilir. Ben şiirin bir çeşit hayatta kalma yolu olarak tanımlanması gerektiğini düşünüyorum. Şairin kendi açısından hayatta kalma yolu, yöntemi. Öyle olunca elbette işin büyük bir kısmı delilik neredeyse. Çünkü bir başka dil ihraç etmeden, bir başka dil oluşturmadan, bir mahsus dil oluşturmadan hayatta kalamazsın. Hissettiğin anda yazıyorsun ya mevcut veri ne ise o elindeki veriyle eleştiri yazısı yazarsın, hikâye yazarsın, roman yazarsın vs. fakat şiirde mevcut dil yetmediğinde başka bir dil üretmeye çalışıyorsun. Şiir en çok buymuş gibi geliyor bana. Bizim verili dilimizin bizi sınırladığını hissettiğimiz anda bir başka dile doğru kayma meselesi gibi geliyor bana. Bu da bir miktar delilik ister. Yani hem bir taraftan kimsenin seni anlamayacağını düşündüğün bir dille yazıyorsun o dilin malzemeleri de konuştuğun dilin içinden malzemeler aynı zamanda hem de yazdığın şeyi birlikte bir tarafıyla insanlar anlasın da istiyorsun. Tuhaf bir üçlü delilik tanımlıyoruz. Bir taraftan tanımlamak için uğraşıyor şair, bir taraftan da yazdıkları anlaşılsın diye… Türkçenin içinde kalıyor ama yazdığı verili dilin imkânlarının dışında bir dil de var oluyor. Dolayısıyla evet bu böyle. İki; zaten şu yaşadığımız günün içinde kalabilmenin yolu ya uyumlanmak ya da delirmek. Şairler genellikle delirmeyi tercih ediyorlar. Uyumlanmak da seçeneklerden biri. Mesela senin kitabının adı "Dünyaya Saldıran Şair" saldırmasa ne yapacak? Şair dünyaya saldırmasa şiiri bırakacak büyük ihtimalle.


SERVET SENA ÇELİK: Sorularımdan biri de buydu.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Bir uyumlanma evresi yaşayacak, belki yaşlandıkça şiirle daha az şiirin bizatihi yazılmasıyla daha az ilgilenmesini getirecek. Şairlerin böyle bir tarafı da var; giderek dünyaya daha uyum sağlayan bir hal alıyorlar gibi.

HAKAN ARSLANBENZER: O biraz da ilişkilerle ilgili olmuyor mu? Evleniyorsun çocuğun oluyor, mecburiyetler yeni gereklilikleri doğuruyor.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Her biri bir uyum meselesi. Niye evlendin? Niye çocuğun oldu?

HAKAN ARSLANBENZER: Hormonlar dengeleniyor.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Her şey yoluna giriyor ve tabii giderek başka bir mahsus dilde konuşmaya ihtiyacın azalıyor. Kavganı bitiriyorsun demiyorum yani kavga ya vardır ya yoktur. O esnada dünyanın en acayip işleriyle bile uğraşıyor olsan kavgan ya vardır ya yoktur. Bir sürü meselenin içinde küçücük bir uyumsuzluk gördüğünde buradan çok güzel dize olur diyorsan kavgan sürüyordur. Kavganın bitmesi manasında söylemiyorum ama bunu mutlak surette bir mahsus sürece çevirecek enerji seneler içerisinde sende kalmıyor olabilir. O uyumlanmakla ilgili, o hormonal dengeyle ilgili, o “geldik gidiyoruz dünya da bu kadarmış kardeşim” hissiyatıyla ilgili.

HAKAN ARSLANBENZER: Peki, başa dönersek ne zaman Mecnundun?

İSMAİL KILIÇARSLAN: Güzelmiş. Ahmet Murat'la bir şey konuştuğumuzu hatırlıyorum seneler önce. “İnsan niye şair olur?” meselesi. Ahmet Murat dedi ki; "Bilmiyorum ki. Belki küçükken tırnaklarımı yalamayayım diyedir." Enteresan gelmişti bana.

HAKAN ARSLANBENZER: Onun şiirinde biraz hakikaten kaygı temeli var gibi.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Var evet.

HAKAN ARSLANBENZER: Tırnakları yemek kaygıdan kaynaklanan bir şey çünkü.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Ben mesela oldum olası etrafımda olan bitenlerin oluş bitiş tarzıyla, insanların birbirleriyle kurdukları ilişkilerle, dünyadaki emperyalist düzenle bir sürü şeyle kavga etmek istedim. Şiir benim açımdan uzunca bir süre bu kavganın bir yolu oldu. Sonra uğruna kavga edilecek daha köklü meseleler "büyük insanlık durumu" diyelim olduğunu da fark ediyorsun ama benim açımdan hala bir kavga meselesi. Kavga, delilik demeyelim ama belki biraz yalın kılıçlık gerektirir her zaman.

HAKAN ARSLANBENZER: Bu kavganın başlangıcı ne zaman oldu? Ortaokulda mı oldu? Lisede mi oldu?

İSMAİL KILIÇARSLAN: Lisede oldu. Yani lise 1'de İsmet Özel gibi, Dostoyevski gibi, Turgut Uyar gibi, Sezai Karakoç gibi, Kafka gibi büyük rahatsızlıkları okuyup o büyük rahatsızlığın bir temsilcisi olmayı seçerek “bir sabah tedirgin düşlerden uyandığında bir böceğe dönüşmüş olmak şahane imiş” diye düşünmeye başlıyorsun ya, halbuki "halbuki küskün ve kederliyim" kısmı seni çok vuruyor yani "cesur ve onurlu" diyecekler. Şuna kederliyim seni çok vuruyor birdenbire ve diyorsun ki; "Beni de bu delilerin yanında ararlar mı acaba?". Osmanlı'da savaşa en ön safta giden delilerin deli olması meselesi gibi biraz cesaretle ilgili bir durum. Her şeyden vazgeçebilecek. Yazık, şairler kadar cesur değil. Ben hiçbir zaman kendimi o kadar cesur biri olarak tanımlamadım. Cesaret edebileceğim şeyleri fark edip onlara cesaret edememiş olmaktan ibaret bir hayatım da olabilir. Bu noktada şairliğim boş, cesaret edemeyeceğim şeylerin sıralı tam listesi var ama cesaret edemedim. Yazık o kadar cesur değilim. Şairler kadar cesur değilim ama yine de yel değirmenine saldıran Don Kişot gibi değil de Okçular Tepesi'ni terk etmeyen Sahabe gibi hissettiğim anlar oldu. Bütün arkadaşlarım ganimet derdine düşmüşken, ben bile bazen ganimetin peşindeyken birden durup ganimet kolluyorsun’u fark etmek önemli bir mesele. Galiba insanı, şairi delirten şeylerden biri o farkındalık. Saraybosna Havalimanı’nda bir serçe yukarıdan pencerelerden birinden girmiş ve rızkını kovalıyor. Bu mesela ilk bakışta çok romantik bir şey ama bende bir “hünerli canı var, kanı var önce” dizesine dönüşüyor. Serçenin yaşaması gereken yerde bir havalimanı ve asıl delilik bu. Yaşanılan deliliğe karşı bir delilik geliştirmek gerektiğini hissettim. 1000 serçenin yaşaması gereken yerde yaşıyoruz. Üstelik bunu hayvan sever bir yerden söylemediğinde çok net her şeyin yerinin, anlamının, kimliğinin, anlam dünyasının değiştiği bir çağda delirmekten başka elimizden gelen bir şey yokmuş gibi hissederek söylüyorsun. İşte 15 yaşında bu böyle değil, bu kitapların anlatmadığı başka büyük bir durum var. O durum sadece şiirde bütün açıklığıyla değil ama belli belirsiz sadece şiirde ve şiire sığınarak, şiire doğru ilerleyerek var oluyor, kendine noktayı koyuyor. Ben örneğin “çok iyi bir şiir okuyucusu olarak da kalabilirmişim” derken yakalıyorum kendimi. Fazladan şiir yazmanın da çok gereği olmayabilirmiş. Ben çok iyi bir şiir okuyucusu olabilirmişim. Şiirin bana ne söylediğini anlayabilirmişim.

HAKAN ARSLANBENZER: Çoğunlukla modern şiir okuyordun tabii. Modern şiirin de şöyle bir özelliği yok mu: Okudukça seni harekete sevk ediyor. Şairleştiriyor mu seni?

İSMAİL KILIÇARSLAN: Evet evet. Modern şiirde bu tam böyle.

HAKAN ARSLANBENZER: Hani o belli belirsiz dediğin için açık, net, netonik bir şey olsaydı onun dışarıdan okuyucusu olmak daha kolay olurdu. Çünkü belli bir standartta yazılıyor ama modern şiirde o belli belirsizlik olduğu için dahil oluyorsun bir de herkes de anlamıyor, sevmiyor gibi bir şey durum ortaya çıkıyor.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Evet, işte mahsuslaşmak dediğim şey belki o. Çok ilginç bir şey çağrıştırdı bana bu, mesela eskiden ezberinde 5000 gazel bulundurup veyahut 20000 beyit bulundurup bu beyitleri ilgili durumlarda okuyan ve açık hakikati insanlara yazılmış şiirler üzerinden ileten fakat kendisi hiç şiir yazmadan bu dünyadan göçüp giden adamlar; hatta sevdiği şiirleri defterlerine yazıp cönk oluşturan adamlar var. Şimdi modern şiirin okuyucusu ya şiiri yazıyor ya da şiir yazmayı deniyor. Çünkü o kılana şifre göstermek gibi sanki. Dolayısıyla “kalu meselden müphemiyete” diye -son zamanlarda kafaya çok taktığım bir şey "müphemiyet"- mesela İslâm düşüncesi için deniyor ya: “asıl özgürleştirici tarafı müphemiyetindedir” diye. Çünkü bütün İslâm düşüncesi metinleri neredeyse Allah-û Âlem olağanüstü bir müphemlik üzerine kurulu. Olağanüstü bir belirsizlik hâkim.

HAKAN ARSLANBENZER: Bilinebilir olanın daha doğrusu bilmeye değer olanın çoğunun bilinemeyeceğini kabul ettiği için müphem. Yoksa kendi ışıttığı alanı çok açık.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Yok kendi ışıttığı alan çok aydınlık.

HAKAN ARSLANBENZER: Ama önemli kısmını zaten bilmiyoruz bu kabullenen bir şey. Komplekssiz bir şey.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Tabii tabii. Bir taraftan mesela Müslümanların niye şiir üzerinden düşündüğünü de izah eden bir şey var. İşin o müphemliği Müslümanların şiiri bir düşünce birimi olarak da kullandıklarını gösteren bir durum. Batı da bunu böyle kullanıyor çünkü. Batı için de şiir düşünür için...

HAKAN ARSLANBENZER: Batı da tabii 18. yüzyıldan sonra şiir biraz geriliyor gibi. Şiir artık bir bilgi formu olmaktan çıkıyor. Baudelaire artık bir tür reaksiyon yapıyor yani çok da kabul edilmiyor zaten.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Şöyle, bizde o bir kesintisizlik sanki. Düş bakımından da Türk şiiri düşünü kesintisiz olarak ilerletebilen bir şiir gibi geliyor bana.

HAKAN ARSLANBENZER: Ben 20'li yaşlarımda ilk şiirlerimi yayımladıktan sonra Kadirî Tarikatı’na devam ediyordum. Bir mürit olmasam da bir muhip olarak kaldıklarım vesilesiyle zikirlerine ve sohbetlerine katılırdım.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Seni Kadirî’yken düşünemedim. Sende bir Nakşîlik var gibi.

HAKAN ARSLANBENZER: Yok baya zikirde deneyimlerim var. Her neyse, olabilir tabii entelektüel insanların fikirleriyle Nakşibendî’ye bir yatkınlıkları oluyor. Sohbete çağırdılar beni. Ben de ne anlarım ne bilirim. Şiirden bahsedeyim dedim. Çocuklar dinlediler bir yarım saat saygıyla. Sonra başladılar “ne yapacağız? Biz ne yapalım?” O temel soruyla şairi de bir âlim kabul ediyor insanlar doğası gereği. Nazım Hikmet'e mesela hapishaneden “şair baba” derlermiş ve meseleleri ona götürürlermiş. Halbuki biliyorsun Nazım nasıl bir şair olduğunu. Müktesebatı da fazla değildir; Namık Kemal gibi baba bir adam da değil ama karakter itibariyle, kabul edilmişlik itibariyle “şair baba”. Bugün bile mesela ideolojik olarak solda Nazım Hikmet'i sanki filozof gibi, bir ideolog, önder gibi -öyle olmadığı halde- parti lideri gibi birçok insan kabul eder. Biz gençken “İsmet Özel parti kursa da partimizi bilsek” gibi bir söylem vardı.

İSMAİL KILIÇARSLAN: İsmet Yılmaz çok tuhaf olmaz mıydı?

HAKAN ARSLANBENZER: Şimdi İstiklal Marşı Derneği var. Dernek de var. Siyasi parti değil, seçime katılmıyor ama o da bir parti.

İSMAİL KILIÇARSLAN: BİZİP? Bir taraf olduğu kesin. Üstelik müritleri de çok tatlı insanlar. İsmet Özel'le Hayrettin Karaman'ı aynı yazıda nasıl anarsın diyen var mesela “güzelmiş” diye. Hani İsmet Özel'le adı anılamayacaklar sıralı liste yayınlayacaklar yakında. Delilikten gidersek, yine bugün ikinci kez adını anıyoruz Ahmet Murat'ın “meczuplar başkalarına yazılmış mektupları çalmışlar” diye yayınlanmamış bir şiirinde bir dize var. Meczuplar başkalarına yazılmış mektupları çalmış. Şair başkalarına yazılmış mektupları çalabilme potansiyeli olan meczuplar için yazıyor aynı zamanda. Hem bizatihi kendisi bir delilik, kuşun yaşadığı şu dünyada kalabilmek için hem de başka delilere yahut yarı delilere yahut Allah'ın gözettiği kullarına, meczuplara birtakım işaret fişekleri göndermek için çalışıyor. Çabası bu, toplam çabasının hele modern şairin toplam çabasının işi iyice esnek düzeye indirmediyse bu olduğunu düşünüyorum.

HAKAN ARSLANBENZER: Biz sabaha kadar konuşuruz. Sen sorularını sor.

SERVET SENA ÇELİK: Aslında birçok sorum var. Ufak tefek cevaplar vermiş oldunuz ama yeni nesil şairler bazen bir kimlik kargaşası içerisine düşebiliyor. Bu kimlik kargaşasını şiirinin içerisinde biz görebiliyoruz. Fakat şiir öyle bir şey ki, bazen bir kimlik kazandırırken bazen de bir kimlik kaybettirebiliyor. Bu kimlik karmaşası içerisinde de şair kendini yeni bir yerde buluyor. Siz bu kimlik kargaşasının içerisinde kendinizi nerede görüyorsunuz? Şair kimliğini nerede kazanır ya da nerede kaybeder? Esas sorum bu. Çünkü şairin delirme sürecinde kimliğin çok büyük bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Kimliği kaybettiğimde nüfus dairesi var oraya gidiyorum bana kimlik veriyorlar. (Gülüşmeler) Ben bu ayrıma temelde inanmıyorum aslında. Şairin bir personası var ve şairin personası da şairin kendiliği de şairle beraber evirip devriliyor. Bana deseydin ki, “19 yaşında şiir yazan çocuk 40'lı yaşlarında "Orta Çağ Atlası"nı yazacak” derdim ki, "deli misiniz?" ben bu şiiri salt epiğe doğru ilerletmek isterim, romantik epik ya da hatta neredeyse lirik var. Sonra Hakan Arslanbenzer’in bile lirik şiir yazdığı bir dünyada yaşıyoruz. (Gülüşmeler) Dolayısıyla tabii ki çatışacağız kendi içimizde herkes kadar, herkesten fazla az fark etmez evirip devriliriz. Acayip hikmetli bugün niye bütün örnekleri Ahmet Murat’tan veriyorum?

HAKAN ARSLANBENZER: Sevdiğindendir.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Çok seviyorum tabii. Kadim hikmetten bize örnekler veren Ahmet Murat'ın aynı zamanda icar şiir yazması. Ne oluyor? İki adam da aynı adam. Kendi personasını inkâr etmeyen ki modern şiirde kendi personanı inkâr ettiğinde geriye tek esnek şair olma seçeneği kalıyor galiba. Carl Smith vardı. Adam baya bir şiir yazarken herhalde şapkasını çıkarır personasını çıkarıp kenara koyup otururdu. Esnek şiir yazıyor. Bu modern şiirin içinde çok az bir yer gibi o yüzden aynı zamanda şairin bütün çelişkilerini modern şiirin içinde şairin bütün çelişkilerini, bütün zıtlıklarını, bütün çaresizliklerini hem görüyoruz hem şair bütün bu çaresizliklerini, bütün bu zıtlıklarını gizlemeye çalışıyor bir taraftan Osman Konuk’un tanımlamak için şair dediği noktaya geliyoruz. Açıkçası tuhaf.

HAKAN ARSLANBENZER: Orada bir ironi var yazıp yayınlıyorsun. Bilinçsiz bir ironi aslında yapılan bir şey değildir. Tanınmamak için şair diyorsan bu ironi oluyor kendiliğinden. Çünkü bunu söylüyorsun tanınmanı sağlayan şey bu.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Evet tanınmanı sağlayan şey bu.

HAKAN ARSLANBENZER: Burada amaçla araç; yolla destinasyon birbirine uymuyor. Şairin kimlik çelişkileri biraz da toplumun yoğurulmasıyla ilgili. Toplumun diyelim ki irolojik gruplar çok netti 80'lerden önce. Bize denk gelen kısım diyelim ki, şimdi 80'lerden sonra 90'larda yazan şairleriz biz ilk öncü 2000'lerde aslında şiirimizi ortaya koyduk bence ama toplumda şöyle bir algı vardı: bir insan Osmanlı insanını seviyorsa Batıcı olamazdı. Batıcıysa İslâmî bir tarafı olamazdı vs. bunların hepsi birbirine karıştı. Aslında karışıktı zaten, ortaya çıktı sadece. İrolojik katılıklar biraz yumuşayınca diğer formlar ortaya çıkmaya başladı. Bu da globalleşmeyle ilgili. Kendi içinde olup biten farklılıkların bir arada olması bir tarafa bir de dünya 80'lerden sonra 70'lerin sonundaki o krizden sonra Batı artık dünyayı doğrudan doğruya yönetmeyi bırakınca çünkü biliyorsun 1970'lerin sonuna kadar yani 70'lerdeki patron krizine kadar aslında Batı dünyayı bildiğin 4'te 3'ünü yönetiyordu. Dünyada yönetilmeyen çok az yer vardı. Onlar da kontrol altındaydı. Baya bildiğin valiliklerle yönetiliyormuş gibi. Sömürgeler devam ediyordu. Bağımsızlığını 1975'te kazanmış ülkeler var. Şimdi diretmeyecek ama öyle bir düzen var ki sen ona uyacaksın. Ondan dolayı da Doğu-Batı çelişkisi geldi ve Rusya'yla Amerika arasındaki çelişki de anlam kaybetti. Dolayısıyla Amerika ve Rusya'ya göre pozisyon almanın bir anlamı kalmadı. Oradan da insanlar tanışmaya başladılar tuhaf bir şekilde Türkiye'de oldu bunlar.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Geçişkenlikler manası.

HAKAN ARSLANBENZER: Gri alanlar çok fazla ortaya çıktı. Zaten insanın özel hayatında olan şeyler bunlar. Türkiye'de aileler bölünmüştü 70'lerde mesela öyle ki işte şu hikâyeyi anlatsak "düşman kardeşlerin hikâyesi" desek Türkiye'nin hikâyesine çok yerinde oturur. Ailede bir sağcı var bir solcu var bu çok gerçek bir şeydi. Benim ailemde bile olmuş. Bu durum yumuşadı. Sertlikler de biraz şiddet de azalınca bu yumuşadı. Çünkü politika şiddet demekti. Şu anda politika o kadar fazla şiddet anlamına gelmiyor. Politik alanda bir şiddet ortaya çıktığı zaman bu hangi türde olursa olsun en büyüğü darbe mesela ama daha küçük cinayet, diyelim ki bir adamın siyasetçinin veya bir resmî görevlinin korumalarının birilerinin ağzını kapatması bile şiddet olarak algılanıyor. Bu 70'lerde böyle algılanmıyordu. Çünkü şiddet normaldi. Şiddet azalınca bu sefer sen yavaş yavaş ezoterizme yönlenmişsin. “Ben neyim?” sorusunu sorarsın. Bizden öncekiler “Ben neyim?” sorusunu sormuyorlar. Öyle soruları yoktu.

İSMAİL KILIÇARSLAN: İçindeki bulundukları durum. Bir örnek sabah bir cüz Kuran okuyorsun öğleden sonra iki bölüm Alice in Borderland izliyorsun. Ya ne olacaktı yani? Yazdığın şiir de buna benzeyecek. Eğer bunun bir kimlik çatışması ya da kimlik değişimi olarak anlıyorsan, öyle…

SERVET SENA ÇELİK: Kimlik değişimi, kargaşa belki.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Şimdi şöyle, şair dediğin çocuk metrobüse biniyor malzemesini metrobüsten topluyor, metrobüsten malzemeyi toplamak istemediğinde de açıp diyelim "Hegel" okuyor bir taraftan. Ne bileyim Heidegger okuyor ya da Namık Kemal okuyor, hükmü ne fark eder? Başka bir dünyaya doğru da kaçıyor. O dünya öbür dünya, “Cuma’ya gittim geleceğim” dünyası derken bu aslında sokaktaki herkese benzeyen bir tutum. Sokaktaki herkesin kafa karışıklığına benzeyen.

HAKAN ARSLANBENZER: Bir de siyasî alanı da çok etkiliyor. Şimdi bak solcuyum mesela, seçim yaklaşıyor Temel Karamollaoğlu'nu hepimiz molla tipli bir adam olarak düşünüyoruz, oy vereceğim mesela ya da ben diyelim ki liberalim, Amerikancıyız devletin küçültülmesi gerektiğine inanıyorum ve Cumhur İttifakı’nı destekleyen bir liberalim ki var böyle insanlar, ben Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy vermiş oluyorum. Şimdi böyle bir şeyi yaşarken insan çözülür zaten. Çoğalır yani çözülürken de ama...

SERVET SENA ÇELİK: Yani siz şiirin tamamıyla politik bir şey mi olduğunu söylüyorsunuz?

HAKAN ARSLANBENZER: Tabii doğası itibariyle politiktir. Zaten insan sözü olduğu için. Şöyle, açık politik olabilir. Benim şiirim açık politiktir. İsmail'in şiiri açık politiktir ama örtük politik şiir de var. Yani hiç politikadan bahsetmezsin...

SERVET SENA ÇELİK: Ama bilinç dışı eğilim gösterebilirsin.

HAKAN ARSLANBENZER: Aynı zamanda bu da bir bilinçtir, söylememek. Ahmet Haşim de politikti. Biz liseyi bitirirken Ankara'nın Hacı Arif diye güzel bir lokantası vardı orada buluştuk arkadaşlarla, son yemeğimizi yiyoruz, entelektüel sayılabilecek bir gruptu lisenin okur yazarları diyelim, 20-30 kişi vardık. Kız arkadaşlardan biri dedi ki: “ben politika yapmayacağım üniversitede”. Ben de dedim ki: “Bu da politik bir tavır değil mi?”

Doğru olana sağ politika- sol politika diyemezsin buna ama bu da bir politik tavır. Bu manada şiir politiktir. Her insan sözü politiktir. Çünkü bütün toplumu ilgilendiren bir dil koyuyorsun. Dünyayı aslında yeniden tanımlamak demek şiir. Politikayı da aşan bir şey hatta neredeyse dinî bir anlamı var.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Var tabii ki.

HAKAN ARSLANBENZER: Ontolojik bir şey daha doğrusu çok felsefî bir şekilde ifade etmek gerekirse.

SERVET SENA ÇELİK: Bu çok da havada kalmamalı. Yani dinî derken ne demek istediniz? Tam olarak neyi kastettiniz? Bunu konuşarak bitirirsek iyi olacağı kanaatindeyim.

HAKAN ARSLANBENZER: İyi olur tabii. Varlığa anlam yüklemek bağlamında konuşuyorum. İyinin ne kötünün ne olduğunu iddia ederek yanaşıyorsun.

SERVET SENA ÇELİK: Bunu biraz açalım.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Allah-u Teala şairleri niçin aşağılıyor sorusu?

HAKAN ARSLANBENZER: Tehdit ediyor sadece aşağılamıyor.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Hem aşağılıyor hem tehdit ediyor. Biraz bununla ilgili. Şimdi insanı anlamadıkları için bir sürü katmanı var ve insanın anlam arayışına en çok cevap veren şey din. Şair aslında neredeyse dinî bir varlık. Hakan Arslanbenzer’in söylediklerinden en azından onu anlıyorum, neredeyse dinî bir anlam arayışı, insanın anlam arayışına dair doğrudan bazı cevaplar, cevap parçaları, bazı iddialar, iddia parçaları yerleşiyor kendi içerisinde. İster istemez şairi politik hatta politik üstü, politik bir canavara dönüştürebilir. Bu bakımdan belki de Allah-û Tealâ'nın şairlere tehdidini çok ciddiye almak lazım.

SERVET SENA ÇELİK: Bütün sorularıma da cevap aldım aslında ben. Umarım bu keyifli röportaj okuyucularımız için de verimli olur. Çok teşekkür ediyorum.

İSMAİL KILIÇARSLAN: Biz teşekkür ederiz. Ne demek.




bottom of page